Hangi dil bir çocuğun acısını anlatabilir ki?
20 Aralık 2020Ve Zalim Ve Zulum Ve Ölüm: Savaş ve Barış
Ne yazık ki dini, etnik, politik veya bunların kombinasyonu olan sebeplerle ortaya çıkan ulusal veya uluslararası silahlı çatışmaların her bir formunda yine kadınlar ve genç kızlar şiddete maruz kalırlar. Çok üzülerek söylemeliyim ki kadına yönelik şiddetin özellikle tecavüz ve zorla hamileliğin uzunca bir tarihi vardır. Bulgular bize, kadına yönelik şiddetin farklı ırk, kültür, din, ulus ve ideolojilerdeki erkekler tarafından yapıldığını ve kadının insan olarak değil bir nesne, bir ödül ve savaşın bir hatırası olarak görüldüğünü göstermektedir. Birleşmiş Milletlerin (BM) barışı koruma güçlerinde görevli erkeklerin bile bulundukları ülkenin kadınlarına yönelik cinsel saldırılarda bulunduğu bilinmektedir. Yani kadın sadece kendini, bedenini ve ülkesini yok etmeye gelen düşmanının değil, aynı zamanda kendisini korumaya gelen ve barış sözü verenlerin de şiddetine maruz kalmaktadır. 4 Şubat 2009 Radikal Gazetesinde yazmıştım, ‘‘savaşlar, darbeleri sineye çekip sonra etrafa saçanların şiddetidir.’’*
*Ülkeler arası şiddet, sosyopolitik olduğu kadar psikososyal temele de sahip güç ve kontrol nosyonu ile ilgilidir. Kadın ve kız çocuklarına karşı şiddet aslında onların ait olduğu sosyal topluluğa yöneltilmiş bir şiddettir. Yani kadın ve kız çocuğunun ait olduğu topluluğu aşağılamaya ve hadlerini bildirmeye yönelik toplumsal bir denetim mekanizması işlevini görür. Örneğin, etnik grubu aşağılamak, onurunu kırmak, utandırmak ve korkutmak amacıyla eski Yugoslavya’da kadınlara tecavüz sistemli ve organize olarak yapılmıştır. Utanç ve aşağılanmayı ömür boyu hissetsinler diye zorla hamile bırakılmışlardır.
Savaş zamanları erkek üyelerin ailelerinden uzaklaştırılması da kadına ve kız çocuklarına şiddeti artıran nedenlerden biridir. Yalnızlaştırılan kadın ve genç kızlar kendilerini savunmak için başka bir ülkeye göç etme kararı alırlar, ama ne yazık ki mülteci kamplarında bile kamp güvenliğinden sorumlu kişiler, askerler, yerel erkekler veya diğer mülteci erkek gruplarının da istismarıyla karşılaşırlar. Ama şiddet bununla da kalmaz. Kadın ve çocuklar masumiyetlerini koruyamadıkları için sosyal kınama ve utanç ile tekrar mağdur edilirler. Türkiye’de rapor edilmeyen birçok şiddet olayı, mağdurların kendilerini ailevi ve sosyal dışlanmaya karşı korumak amacıyla gizlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sır sadece kaybedilen bir masumiyetin örtüsü olmaz, kaybedilen kimliklerin ve yaşamların da örtüsü olur. Örneğin Türkiye’de çocuk istismarı ve evliliğin en yoğun görüldüğü illerden biri Gaziantep’tir. Bunun tek sebebi vardır. 2011 yılından beri devam eden Suriye Savaşından kaçan 4,5 milyon Suriyelinin Türkiye’ye sığınması ve çocuklarını satarak hayatta kalma mücadelesidir. Türkiye’de Suriyeli küçük kızları ikinci eş olarak satın alan erkek sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
‘‘İnsanlar ne başkalarını satın alacak kadar zengin, ne de kendilerini satacak kadar yoksul olmalıdır!’’ demişti Jean Jacques Rousseau. Ama aynı zamanda insanlar, yoksulların çocuklarını satın alacak kadar rezil olmamalıdır.
Dünyada 1 milyar çocuk yoksulluk içinde, 300 milyon çocuk sokakta yaşıyor. 263 milyon çocuk okula gitmiyor. Ve yaşları 5 ile 14 arasında olan 250 milyon çocuk işçi var. Erken yaşta evlendirilen çocukların sayısı ise 240 milyon ve 120 milyonu fuhşa zorlanıyor. Dünya nüfusun %11’i yani 820 milyonu yatağa aç gidiyor. Ülkelerin yoksullukları/gelir düzeyleri ile kadın/erkek fahişeliği, kadın/çocuk fuhşu ve kaçakçılığı arasındaki bağlantı çok güçlüdür. Bir ülke ne kadar yoksul ise o ülkenin kadın ve çocukları o kadar çok istismar edilir. Yoksul ülkelerde kadına ve çocuğa cinsel şiddet, çocuk evlilikleri, organ satışı, kadın/çocuk ticareti, çocuk pornosu/fuhşu, etik dışı reklamcılık, fuhşa özendiren film endüstrisi, renkli magazin basını ve seks ürünleri ticareti fazlasıyla yaygındır. Üstelik sömürgeci ve acımasız politikalar ‘‘Seks İşçiliği’’ adı altında fuhşu “sosyal hizmet” gibi bir yapıya büründürerek girişimlerini yasallaştırmayı başarmış ve seks endüstrisini genişletmiştir. Kim ister seks işçisi olmayı? Maalesef savaşların, çatışmaların, silahlanmanın kapitalizmin bedelini en ağır biçimde çocuklar ve kadınlar ödüyor. Bunların başlıca nedenleri gelenek, görenek ve dini inanışlar, savaş ve göçlerdir. Özellikle savaşlar ve zorunlu göçlerin yarattığı şiddetli deprem geri dönülmez bir şekilde ne bir geçmişe ne bir geleceğe ne bir doğuma ne bir toprağa ne bir sılaya ne de memlekete sahip milyonlarca yaralı insan oluşturur.
Bu nedenle hayatımızdaki en zalim sözlerden ikisi savaş ve göçtür. Bunca yoksulluk, sefalet, yersiz yurtsuzluk, kimliksizlik, dilsizlik ve çaresizlik savaşlar yüzündendir. Savaş deyince kıyıya vurmuş küçücük cesediyle Suriyeli Alyan bebek gelsin aklınıza. Kadınların ve çocukların maruz kaldıkları tecavüzler gelsin. Savaş olmasaydı eğer Alyan bebekler kıyıda değil, yatağında uyuyor olacaktı; bu gelsin aklınıza.
Afrika ve Asya ülkelerinde ve ülkemizde çocuk fuhşu, evlikleri fazladır. Anadolu’nun kırsalına gittiğinizde sanki zaman buraya hiç uğramamış gibidir. Yoksulluk ve yoksunluk gözlerinizi yaşartacak derecede derindir. Öyle ki, bir silgi 10 parçaya bölünür. Bir kalem parmaklar tutamayacak kadar küçülür. Bir defter artık bir sözcük sığamayacak kadar doludur. Ve bir kalemtıraş açamayacak kadar körleşir! Çocuk evlilikleri yaygındır, çünkü sefalet çeken ailenin geçim kaynağı, kız çocukları için aldıkları başlık parasına dayanır.
2017 tarihinde “Türkiye’de Çocuk Gelin Damat Olamaz!” Kampanyasını yaptığımızda, bu sorunun çocuklara yönelik ne kadar yaygın bir sosyal şiddet olduğu bilinmiyordu. Çocukları anlı şanlı gelin eden bir toplum karanlıktan çıkabilir mi? Oysa bir çocuğun okuması demek bir ulusun eğitilmesi demektir. Çocuklarını okutmayıp evlendiren her ülke kaybetmeye mahkumdur. Anadolu’da öyle kadın erkek ve çocuklarla karşılaşırım ki onlara eğitim fırsatları sağlanmış olsaydı bu memleket hızla kalkınırdı. Bazı politikaların bunu özellikle yapmadıklarına inanıyorum. Çünkü karanlıkta kalanı daha iyi manipüle edebiliyorlar.
Maalesef işte bazı çocuklar için hayat biraz kalleş, biraz zalim, biraz da bencil yaşanıyor.
Hak ettiği gibi bir çocukluğu yaşamıyor çocuklar. Bazı çocuklar bir damlayken bir denize dönüşebilirdi ama onlara fırsat verilmemiş, şimdi de verilmiyor.
Mardin’de köy okulları inşa ederken Zeyno’nun (16 yaş) okumayı çok istediğini, çok zeki olduğunu ama okula gönderilmediğini, şimdi çobanlık yaptığını söylediler bana köylüler. Akşam dönene kadar köyde Zeyno’yu bekledim. Akşama doğru davarıyla uzun boylu, güzel mi güzel bir kız köye girdi. Yanına gidip ‘’Zeyno dedim bana çok okumak istediğini söylediler. Hala istiyor musun?’’ diye sordum. Gözbebekleriyle öyle bir baktı ki bana bu bakışlarıyla cevaplamış oldu sorumu Zeyno.
Birkaç gün içinde aile meclisini topladım. Ailesine bazı konularda güvence verdikten sonra Zeyno’nun dışardan okumasına izin çıktı.
Aradan bir zaman geçti. 2019 yılı Kasım ayında Birlikte Çocuk Cinsel İstismarını Önleyebiliriz – #Karanlığıarala #Birşeysöyleyin Hareketi duyurularına başlamıştık. Türkiye’nin çocuk cinsel istismarını önleme konusunda ilk hareketine farklı mesleklerden insanlar biner biner katılmaya başladı. Binlerce insan arasında Zeyno da vardı. Köyünde hareketin duyurusunu yapıyordu azimle. Duygulanmıştım, içim kabarmıştı. Yolu açılmış bir çocuk bir ‘‘Güneş’’ olmuş karanlığı aydınlatıyordu.
Yoksul ve geleneksel ülkelerde toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü kadınları ekonomik ve sosyal olarak güvensizliğe, ‘‘geçici süreli’’ ya da ‘‘kronik’’ yoksulluğa ve ‘‘cinsel şiddetin’’ her türüne karşı korumasız bırakıyor. Geçenlerde, öğrencilerimle kız çocuklarının okutulmasının ne kadar önemli olduğunu, aile ve topluma katkısının neler sağlayacağını tartışıyorduk. Okutulan her kız çocuğu bir ülkenin sağlık, kalkınma ve barış alanlarında yapacağı en önemli yatırımlarından biridir. Ancak kadın ve çocuklara uygulanan şiddet bilinçli kadını yıktığı gibi yaşamlarını da yok eder; istenmeyen kimlikler oluşturduğu gibi katastrofik yaşamlar da oluşturur; kültürel yozlaşmaya neden olduğu gibi dini inançları da tehdit etmeye başlar.
Kadın ve çocuklarımızı korumanın aciliyeti, yönetici devletlerin uluslararası hukuk ve yaptırımları ile şiddet mağdurlarının tedavi ve desteği konularında çalışmalarını mecbur kılar.
Bu kadar hakkı elinden alınmış, bu kadar örselenmiş, hayatları çalınmış ve acılı anneler olunca çocukları da bu acılardan doğuyor, büyüyor, yollar çiziyor. Türkiye’de dahil Asya ve Afrika ülkeleri çocukları yaşarken kefene koyuyor Tolga Akpınar’ın ‘‘Bilir misin?’’ şiiri bunu anlatır.
Arkasına saklanacağın bir baban, bir korunağın,
ardında güvenerek duracağın bir kayan, bir dağın,
sığınmak için bir adan, bir limanın,
bir dal ki tutunacağın kalmamıştır.
Kalmadıysa, her yer yine böyle ayaz olmuştur.
Sen de üşümüşündür.
Üşüyünce büyümüşündür.
Bilir misin?
Kefenin içinde bir çocuk vardır.
İçinde ölenler vardır…
Şair Ece Ayhan der ki: ‘‘Elimden gelen bir şey yoktu, kalbimden geleni yaptım ben de. Sevdim işte, o kadar.’’
Asıl ihtiyacımız olan sadece budur. Sadece bu. Ve çocuklar doğar doğmaz bu barış ve sevmek derslerini vermeye başlamamız gerek.
Ölü seviciler olmayalım. Ölünce merhamet edenlerden olmayalım.
Yaşarken sahip çıkalım, yaşarken sevelim insanı.
Ölüme değil, yaşama yatırım yapalım.
Şiddeti önleyerek, kırgınları onararak, barışarak, dayanışarak…